Reklam Alanı (Gövde Üst Reklam) Bu alana reklam ver

Başbakan Tehdit mi edildi?

MÜFİT ONBAŞI tarafından
20 Şubat, 2012 20:08 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 22.03.2024 12:07
Okuma Süresi: 4dk
Yorum Sayısı: 0
Reklam Alanı (İçerik Öncesi) Bu alana reklam ver

Başbakan Tehdit mi edildi?

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Konya TV’de konuk olduğu Ankara’nın Zirvesi programında çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.   Televizyonun Ankara Temsilcisi ve BELDE Gazetesi Haber Müdürü Dursun Erkılıç’ın sorularını cevaplayan Şener, Libya ve Suriye ilgili değerlendirmelerde bulunurken, “Başbakan tehdit mi ediliyor” diye sordu. Irak’ın işgaliyle 1.5 milyon insanın hayatını kaybettiğini söyleyen Şener, “Saddam zalimdi ama Saddam dönemindeki katliamla kıyaslanamaz. Bir buçuk milyondan bahsediyoruz” diyerek Libya’da yaşanan gelişmelere dikkat çekti ve, “Şimdi Libya, bakın. Türkiye vurucu gücün içerisinde. Vurucu güç dediğim NATO. Vurucu güç değil mi, Türkiye başbakanın imzasıyla Meclise tezkere gönderildi. Mecliste Ak Parti grubu onayladı. Kabul ettiler, o tezkereyi istinaden Türkiye de Libya’yı vuran vurucu gücün, NATO gücünün içindeydi. Eğer Türkiye’de başka bir iktidar olsaydı, örneğin Allah taksiratını affetsin Ecevit iktidarı iş başında olsaydı 82 öncesi gibi ve Türkiye de NATO içerisinde Libya’daki sivilleri veya tarafları aylarca vurmuş olsaydı Türkiye’de her Cuma namazı, Beyazıt cami başta olmak üzere bu ülkenin dini bütün insanları bu iktidarı protesto ederdi” dedi. Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener şöyle devam etti: “Bu iktidar Müslümanlardaki asabiyet duygusunu da yok etmiştir. Müslüman birliğini, dayanışmasını yok etmiştir, duyarlılığını yok etmiştir. Ne oldu peki Libya’da? Kaddafi hunharca katledildi. Ne oldu peki? Şimdi, yönetimi oluşturan yapının içerisinde İslama yakın isimlerden kimse yok. Dindar insan gözüyle bakarsak Kaddafi olsaydı daha iyiydi diyeceğimiz noktadasınız o açıdan. Haberlere bakıyorsunuz hala çatışmalar devam ediyor. Aşiret çatışmalarına döndü Libya. Uluslar arası gazeteler ve yabancı dergiler 2012 boyunca Libya’daki aşiret çatışmalarının devam edeceğini ifade ediyor. Bir kaos ortamına sürüklendi Libya. Ama Fransa Libya’daki petrollerden payını aldı, işletme hakkını aldı. Olur mu böyle bir şey? Türkiye niye vurdu o zaman NATO’nun içinde? NATO’yu destekleme kararını niye aldı Türkiye? Suriye daha önemli bir olay. Suriye’de etnik, mezhepsel bir takım çatışma ortamına sürüklenmesi demek bir taraftan Filistin’in en yakın desteğinin yok olması demektir, bir taraftan da Lübnan’daki Hizbullah dayanışmasının İran, Suriye, Hizbullah, Filistin dayanışmasının tasfiyesine yöneliktir. Hem de İsrail’in komşusudur. Suriye kaynadığı zaman, Türkiye, zaten Türkiye’de de istikrarsızlık var. Türkiye’de de bir çatışma ortamı var biliyorsunuz. Türkiye’de bu dönem son otuz yılın terör olaylarının en azgınlaştığı dönemi yaşadık. Bakalım baharda neler olacak bu ülkede. Suriye karıştığı zaman Türkiye’nin rahat olması mümkün değil. Bir ülke kendi ayağına kurşun sıkamaz. Ama bu iktidar sıkıyor. Bu ortam, tam İsrail’in istediği ortamdır. İslam ülkeleri bir hercümerç, bir iç çatışma ortamındadır. Bu arada tam büyük İsrail’in kuruluş aşamalarından etkili bir süreci, periyodu tamamlamak için uygun bir fırsattır. Bu oluşturuluyor. Büyük orta doğu projesi budur, Türkiye’nin üstlendiği rol de budur. Ben şimdi şunu bizi izleyenlerin düşünmesini istiyorum. NATO’nun ne işi var Libya’da dedi, Libya kardeşim dedi, Kaddafi’nin elinden ödül aldı, dostum dedi kucakladı. Geldi, gelir gelmez, NATO Libya’yı vuracak lafları vardı, ne işi var NATO’nun Libya’da dedi. Aradan bir hafta geçmedi, NATO’yu destekleyen, NATO’nun vurucu gücüne Türkiye’nin girişini öngören tezkereyi meclisten geçirdi. Bir hafta içinde ne değişti? Aynı şey Suriye ile oldu. Türkiye cumhuriyeti tarihi boyunca tek bir ülke ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yapmıştır, o da Suriye’dir. Başbakan Suriyeli bakanlarla ortak bakanlar kurulu toplantısı yapmıştır. Ve aradan bir ay geçmemiştir hemen tavır değiştirmiştir. Suriye’deki muhalefeti örgütlemiştir. Orda burada temsilcilik vermiştir ve desteklemek suretiyle ordaki karışıklığı artırmaya çalışmıştır. Gerek Libya gerek Suriye’deki karışıklık dışarıdan ortaya çıkarılan bir yapılanmayla meydana getirilmiş bir hadisedir. Bu niye böyledir? Bir haftada, bir ayda aynı ülke ile ilgili başbakan niye tavır değiştiriyor? Siz bir başbakan olsanız, dünyanın diğer ülkeleri sizi izliyor olsa kime kardeşim, dostum deyip kucakladığınız zaman bir hafta, bir ay geçmeden arkasından vuruyorsanız onu, size kim inanır, kim güvenir? Uluslar arası güvenilirliğiniz kalır mı? Kalmaz. Peki, bir devleti temsil eden insan neden bunu yapar? Korktuğu bir şeyler mi var, özgür mü değil? Hemen aklıma benim Wikileaks belgeleri geliyor. Wikileaks belgelerinde İsviçre’de sekiz tane başbakanın hesabının olduğundan bahsedilmişti. Başbakan da tek bir Allah kuruşum yok dedi, İslam’da böyle bir tabir yok, zaten İsviçre bankasında kuruş olmaz. Hileli bir cümleydi o. Acaba birileri tehdit mi ediyor, birileri yönlendiriyor mu, birilerine bağımlı hale mi gelmiş? Niye bir hafta içinde görüş değiştiriyor, tavır değiştiriyor? Aman tavsiyelerimiz vardı demokratikleşelim de. Sen otuz senedir bir askeri anayasayı değiştirememişsin yüz senelik demokrasi geçmişin olduğu halde. Türkiye’de demokratikleşme hareketi 1876 anayasasından başlar, aşağı yukarı 130 sene olmuştur. 130 senedir hala demokratikleşmeye çalışan bir ülke olarak 30 senedir bir anayasa değiştiremiyorsun, bir ay içinde mi Suriye’den demokratikleşme bekliyorsun? Üstelik de bazı gelişmeler olduğu halde. Peki o halde ne oluyor? Birileri telefon mu ediyor?” Dursun Erkılıç’ın, “Başbakanımız tehdit mi edildi” sorusu üzerine, “Ben de onu soruyorum” diye konuştu. Erkılıç’ın, “Tehdit edildi demiyorsunuz, tehdit mi edildi diye soruyorsunuz” sözleri üzerine, “Soruyorum” diyen Şener şöyle konuştu: “Şu füze kalkanı işi neyin nesi? Bunu anlamak mümkün değil. İsrail ile İran çatışacak, Türkiye de İsrail’in kalkanı olacak. Büyük orta doğu projesinde İsrail ile işbirliği halindesin, füze kalkanında İsrail ile işbirliği halindesin, Türkiye’deki en ballı, karlı ihaleleri İsrailli işadamlarına verilmekte, işbirliği halindesin, yalandan ağız dalaşı yapacaksın, İsrail ile farklı politika izlendiği izlenimini vereceksin. Bu nasıl iştir ya?” Programın sonunda, Dursun Erkılıç’ın, “Çok çarpıcı cümleleriniz vardı. Belki şunu yeniden vurgulamak gerekir; özellikle Suriye konusunda Başbakan tehdit mi ediliyor diye soruyorsunuz” diye hatırlatması üzerine, “Evet soruyorum” diyen Abdüllatif Şener, Şunları söyledi: “O Wikileaks gibi şeyler var mı yok mu. Hem ona verdiği cevaptan, hem bir hafta içinde yapılan bir telefon görüşmesiyle politikalarda yüz seksen derecelik dönüşümde bir gariplik var. Bu gariplik millet olarak bizi de, bu ülkeyi de riske sokuyor. Bunların cevaplanması lazım”dedi.
Reklam Alanı (İçerik Sonrası) Bu alana reklam ver

Yorum Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

İlahi Adalete Selâm

blank
Avatarı
Aksiyon ER tarafından
11 Aralık, 2025 11:33 tarihinde yayınlandı
Okuma Süresi: 3dk
Yorum Sayısı: 0
Reklam Alanı (İçerik Öncesi) Bu alana reklam ver

Ülkemizde 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden beri, yarım asırlık darbeler tarihine baktığımızda; nereden nereye geldiğimizin sembolik göstergesi bu olayda, ilâhî adaletin tecellisini görürüz. İşin püf noktası şudur; Cenab-ı Hakkın 99 Esma-i Hüsna’sından (güzel isimlerinden) birisi (EL-ADL) ADALETTİR. Allah (c.c.) mutlak Âdildir. Mülkün (Kâinatın)temeli adalettir. Zerreden kürreye kadar tüm varlıklar; çok hassas, milimetrik bir denge üzerinde yaratılmış ve öylece devam etmektedir. Mevsimlerin gelip-gidişi, gündüzün geceyi takip edişi, dünyamızın ve diğer gezegenlerin yörüngesinde bir milim dahi şaşmadan hareket etmeleri, hepsi hassas dengeler üzerinde cereyan eden ilâhi adaletin eseridir. Adaletin olmadığı yerde zulüm ve haksızlık vardır. Denge bozulmuş demektir. Denge bozulunca da ayakta durulamaz, yıkım olur. Bu sebeple, Hz. Peygamberimiz Cuma hutbesinde; ”Şüphesiz Allah adaleti, iyiliği ve yakınlara yardımı emreder. Fuhşu, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Tutasınız diye size (Allah) öğüt veriyor.” Mealindeki (Nahl 90.) ayeti okuyarak adaletin önemini izah etmiştir. Bu sünnet asırlardır İslam Aleminde her cuma hutbesinde devam etmektedir. Buna istinaden Hz. Peygamberimiz “Mülk küfürle devam edebilir. Ama zulümle asla ayakta kalamaz.” buyurmuştur. Divan edebiyatımızdan şu güzel mısraları günümüz Türkçesiyle veriyorum: Cümle eşya hâlikındır, kul eliyle işlenir, Emr-i Barî olmadıkça sanma ki, bir çöp deprenir. Hak kulundan intikamın, yine kul ile alır, Bilmeyen ilm-i ledünnü anı kul etti sanır. Ne kahrı desti-âdâdan (düşmanlar) ne lütfu âşinadan (dostlar) bil, Umûrun (işlerini) hakka tefviz(havale) et,Cenab-ı Kibriyadan bil. Şimdi yarım asır öncesine 27 mayıs 1960 darbesine bakalım: Demokratik yolla milletin ezici çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş Menderes hükümeti, silahlı kuvvetlerce devriliyor, iktidar mensupları Yassı ada’da kurulan sözde Yüksek adalet divanında, ağır hakaretler altında yargılanıyor. Merhum Menderes ve iki bakan idam ediliyor. Genel Kurmay Başkanı Merhum Rüştü Erdelhun paşa idama mahkum ediliyor ve askerlerin hakaretlerine maruz kalıyordu. Daha sonra,12 mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, uyarı, bildiri ve sair irtica teraneleriyle her 10 yılda bir milletin temsilcileri alaşağı ediliyor, değerleri çiğneniyordu. Müslüman Türk milleti üzülüyor, bunalıyor, ama sabırla vakarını koruyor, sokağa dökülmüyor, işi Allah’a havale ediyordu. En nihayet iktidara yürüyen, Sayın R.Tayyip Erdoğan, ders kitaplarında yer alan bir şiiri okuduğu için hapse atılıyordu. Hatta Başbakan iken partisi kapatılmaya ramak kalmıştı. Asıl görevi vatan savunması olan TSK nin bazı mensupları, hâlâ darbe planları yapıyor. Kaos ve dehşet senaryoları hazırlıyorlardı. İşte bütün bu olup biten haksızlık ve zulümler, naçiz kanaatime göre, gayretullah’a dokundu. Burç döndü, İlâhî adalet tecelli etti. 9 yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz demokratik gelişme ve özgürlükler elde edildi. Tarafsız ve âdil yargı işbaşına geldi. Adaletten söz etmişken, İslam adalet sisteminden ve Osmanlı adaletinden birer örnek sunmak istiyorum. Übey-ibni Ka’b adındaki bir sahabi, Halife Hz.Ömer aleyhine bir dâva açar. Hakim Zeyd-ibni Sabit davetiye ile Hz. Ömer’i duruşmaya çağırır. Mahkeme salonuna gelen Hz.Ömer’e hakim tarafından yakınında bir yer gösterilmesi üzerine, Ömer; “Bu ne hal?” der. “Beni davacının yanında değil de kendi yakınında oturtman tarafgirliktir.” Hakim Zeyd’in cevabı şudur: -“Allah’a ve âhiret gününe imanı tam olan bir hakimin taraf tutması imkansızdır. Benim hep uyguladığım usulümdür. Dâvalıyı en yakınıma alarak, ifade verirken, göz ucuyla mimiklerini, vücut dilini ve ruh halini de anlamaya çalışırım.” Hz.Ömer teşekkür eder. Allah’a hamd eder. Osmanlı Devletinin altın yıllarında, Fatih Sultan Mehmet Han devrinde Konyalı bir tüccar, İtalya’dan kumaş ithal etmek ister. Venedik’ten gemiye yüklenen kumaşlar İstanbul’a doğru yola çıkmış, fakat yolda gemi batmıştı. Parasını alamayan Venedikli tüccar, Konya kadısına başvurmuş: -Ben görevimi yaptım. Malları gemiye yükledim. Paramı isterim. Konyalı tüccar ise: -Sipariş ettiğim malları teslim almış değilim. Bedelini ödemem mümkün değildir. Derler… Konya kadısı Hârim efendinin hükmü şudur: “Venedikli tacir siparişi gemiye yüklemiştir. Geminin batması yüce Allah’ın takdiridir. Venedikli davacı malın bedelini alacaktır.” Beklemediği bu adalet karşısında hayran kalan İtalyan tüccar, Hıristiyanlıktan ayrılıp, Kelime-i Şehâdet getirerek Müslüman olur… HÜDÂYA EMANET OLUNUZ…

Reklam Alanı (İçerik Sonrası) Bu alana reklam ver

Yorum Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.