Irak’ın kuzeyindeki Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde bulunan 852 rakımlı tepede, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yürüttüğü mağara içi arama-tarama faaliyeti sırasında doğal yollarla biriken metan gazına maruz kalan askerlerimizden 12’si şehit oldu. Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, olay sırasında metan gazı zehirlenmesine uğrayan 19 askerin hastaneye kaldırıldığı, ancak tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak 12 askerin şehit olduğu bildirildi.
Metan gazı mağarada neden oluştu?
Oksijensiz ortamlarda yaşayan metanojenik bakteriler, organik maddeleri parçalayarak metan gazı üretiyor. Bu süreç temelde yeraltındaki bataklık alanlarda, mağaralarda ya da kömür yataklarında gerçekleşiyor. Özellikle çürüyen bitki ve hayvan kalıntılarının bulunduğu nemli, havasız mağaralarda metan oluşuyor. Mağaranın kapalı bir alan oluşu ve havalandırma yönteminin olmaması sonucunda metan birikmeye başlıyor. Bunun devamında da oksijen azalıyor, hipoksi gelişiyor ve bilinç kaybının ardından can kaybı meydana geliyor.
T.C. Milli Savunma Bakanlığının açıklaması şu şekilde oldu: "6 Temmuz 2025 tarihinde, Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde 852 Rakımlı Tepe’de bölücü terör örgütü mensupları tarafından kullanılan bir mağarada icra edilen arama tarama faaliyetinde, metan gazından etkilenen dört kahraman silah arkadaşımız daha şehit olmuş, şehit olan personel sayısı on ikiye yükselmiştir. Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler, TSK komuta kademesi ile birlikte inceleme, denetlemelerde bulunmak ve şehitlerimizin uğurlama törenlerine katılmak üzere bölgeye gitmiştir. Bizleri derin bir acı ve üzüntüye boğan bu olayda hayatını kaybeden aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, Türk Silahlı Kuvvetleri ile asil milletimize başsağlığı ve sabır, etkilenenlere de acil şifalar dileriz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur."
MSB’nin açıklamasında ayrıca söz konusu mağaranın, 2022’de şehit olan Piyade Üsteğmen Nuri Melih Bozkurt’un naaşının bulunması için sürdürülen arama faaliyetlerinin bir parçası olduğu belirtildi. Bölgedeki kurtarma ve tahliye çalışmaları AFAD ve askeri sağlık ekiplerinin iş birliğiyle sürürüyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ise uyarı yaparak vatandaşların yalnızca resmi açıklamalara güvenmesi gerektiğini vurguladı. Türk milleti, 12 kahraman evladını daha vatan uğruna şehit vermenin derin hüznünü yaşıyor. Başımız sağolsun.
Ülkemizde 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden beri, yarım asırlık darbeler tarihine baktığımızda; nereden nereye geldiğimizin sembolik göstergesi bu olayda, ilâhî adaletin tecellisini görürüz.
İşin püf noktası şudur; Cenab-ı Hakkın 99 Esma-i Hüsna’sından (güzel isimlerinden) birisi (EL-ADL) ADALETTİR. Allah (c.c.) mutlak Âdildir. Mülkün (Kâinatın)temeli adalettir. Zerreden kürreye kadar tüm varlıklar; çok hassas, milimetrik bir denge üzerinde yaratılmış ve öylece devam etmektedir. Mevsimlerin gelip-gidişi, gündüzün geceyi takip edişi, dünyamızın ve diğer gezegenlerin yörüngesinde bir milim dahi şaşmadan hareket etmeleri, hepsi hassas dengeler üzerinde cereyan eden ilâhi adaletin eseridir.
Adaletin olmadığı yerde zulüm ve haksızlık vardır. Denge bozulmuş demektir. Denge bozulunca da ayakta durulamaz, yıkım olur. Bu sebeple, Hz. Peygamberimiz Cuma hutbesinde; ”Şüphesiz Allah adaleti, iyiliği ve yakınlara yardımı emreder. Fuhşu, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Tutasınız diye size (Allah) öğüt veriyor.” Mealindeki (Nahl 90.) ayeti okuyarak adaletin önemini izah etmiştir. Bu sünnet asırlardır İslam Aleminde her cuma hutbesinde devam etmektedir.
Buna istinaden Hz. Peygamberimiz “Mülk küfürle devam edebilir. Ama zulümle asla ayakta kalamaz.” buyurmuştur. Divan edebiyatımızdan şu güzel mısraları günümüz Türkçesiyle veriyorum:
Cümle eşya hâlikındır, kul eliyle işlenir,
Emr-i Barî olmadıkça sanma ki, bir çöp deprenir.
Hak kulundan intikamın, yine kul ile alır,
Bilmeyen ilm-i ledünnü anı kul etti sanır.
Ne kahrı desti-âdâdan (düşmanlar) ne lütfu âşinadan (dostlar) bil,
Umûrun (işlerini) hakka tefviz(havale) et,Cenab-ı Kibriyadan bil.
Şimdi yarım asır öncesine 27 mayıs 1960 darbesine bakalım: Demokratik yolla milletin ezici çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş Menderes hükümeti, silahlı kuvvetlerce devriliyor, iktidar mensupları Yassı ada’da kurulan sözde Yüksek adalet divanında, ağır hakaretler altında yargılanıyor. Merhum Menderes ve iki bakan idam ediliyor. Genel Kurmay Başkanı Merhum Rüştü Erdelhun paşa idama mahkum ediliyor ve askerlerin hakaretlerine maruz kalıyordu.
Daha sonra,12 mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, uyarı, bildiri ve sair irtica teraneleriyle her 10 yılda bir milletin temsilcileri alaşağı ediliyor, değerleri çiğneniyordu.
Müslüman Türk milleti üzülüyor, bunalıyor, ama sabırla vakarını koruyor, sokağa dökülmüyor, işi Allah’a havale ediyordu. En nihayet iktidara yürüyen, Sayın R.Tayyip Erdoğan, ders kitaplarında yer alan bir şiiri okuduğu için hapse atılıyordu. Hatta Başbakan iken partisi kapatılmaya ramak kalmıştı.
Asıl görevi vatan savunması olan TSK nin bazı mensupları, hâlâ darbe planları yapıyor. Kaos ve dehşet senaryoları hazırlıyorlardı.
İşte bütün bu olup biten haksızlık ve zulümler, naçiz kanaatime göre, gayretullah’a dokundu. Burç döndü, İlâhî adalet tecelli etti. 9 yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz demokratik gelişme ve özgürlükler elde edildi. Tarafsız ve âdil yargı işbaşına geldi.
Adaletten söz etmişken, İslam adalet sisteminden ve Osmanlı adaletinden birer örnek sunmak istiyorum.
Übey-ibni Ka’b adındaki bir sahabi, Halife Hz.Ömer aleyhine bir dâva açar. Hakim Zeyd-ibni Sabit davetiye ile Hz. Ömer’i duruşmaya çağırır. Mahkeme salonuna gelen Hz.Ömer’e hakim tarafından yakınında bir yer gösterilmesi üzerine, Ömer; “Bu ne hal?” der. “Beni davacının yanında değil de kendi yakınında oturtman tarafgirliktir.” Hakim Zeyd’in cevabı şudur: -“Allah’a ve âhiret gününe imanı tam olan bir hakimin taraf tutması imkansızdır. Benim hep uyguladığım usulümdür. Dâvalıyı en yakınıma alarak, ifade verirken, göz ucuyla mimiklerini, vücut dilini ve ruh halini de anlamaya çalışırım.” Hz.Ömer teşekkür eder. Allah’a hamd eder.
Osmanlı Devletinin altın yıllarında, Fatih Sultan Mehmet Han devrinde Konyalı bir tüccar, İtalya’dan kumaş ithal etmek ister. Venedik’ten gemiye yüklenen kumaşlar İstanbul’a doğru yola çıkmış, fakat yolda gemi batmıştı. Parasını alamayan Venedikli tüccar, Konya kadısına başvurmuş: -Ben görevimi yaptım. Malları gemiye yükledim. Paramı isterim. Konyalı tüccar ise: -Sipariş ettiğim malları teslim almış değilim. Bedelini ödemem mümkün değildir. Derler…
Konya kadısı Hârim efendinin hükmü şudur:
“Venedikli tacir siparişi gemiye yüklemiştir. Geminin batması yüce Allah’ın takdiridir. Venedikli davacı malın bedelini alacaktır.”
Beklemediği bu adalet karşısında hayran kalan İtalyan tüccar, Hıristiyanlıktan ayrılıp, Kelime-i Şehâdet getirerek Müslüman olur… HÜDÂYA EMANET OLUNUZ…