Reklam Alanı (Gövde Üst Reklam) Bu alana reklam ver

Ankara’dan Kaybolanlar ve Unutulanları

MÜFİT ONBAŞI tarafından
03 Ekim, 2011 18:19 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 26.03.2024 16:16
Okuma Süresi: 3dk
Yorum Sayısı: 0
Reklam Alanı (İçerik Öncesi) Bu alana reklam ver

Ankara Üniversitesi (A.Ü) Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü öğretim üyeleri, unutulmaya yüz tutan Ankara'ya özgü meyve ve sebzelerin üretimi konusunda projeler hazırlıyorlar. Ankara'nın unutulmaya yüz tutan "Ankara armudu, Kalecik Ayvası, Beypazarı Havucu, Hasandede Üzümü, Ayaş Domatesi, Yuva Kavunu, Kalecik Karası" geçmiş yıllara oranla talep görmeyince, üretiminde de azalma oldu. A.Ü Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü öğretim üyeleri, Ankara'ya bütünleşmiş meyve ve sebzeleri tekrar Ankaralılarla buluşturmak amacıyla Araştırma ve Uygulama Bahçesinde çalışmalar yürütüyor. Kente özgü "Ankara Armudu", tadı, görünüşü ve muhafaza ömrü ile diğer armut çeşitlerinden ayrılıyor. A.Ü Meyve Yetiştirme ve Islahı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hatice Dumanoğlu Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Ankara armudunun en önemli özelliğinin uzun süre muhafaza edilebilmesi olduğunu ifade ederek, Türkiye'de bilinen, tanınan en önemli armut çeşidi olduğunu dile getirdi. Dumanoğlu, "Ankara ve civarı başta olmak üzere Anadolu'nun birçok yerinde yetiştiriciliği yapılmaktadır. Her ne kadar son yıllarda Deveci ve Santamaria armudu ön plana çıkmışsa da, hala Ankara armudu tarımı devam etmektedir. Yalnız, Ankara armudunda tüketimden önce, yani uzun süre muhafaza edilmesinden sonra tadında bir acılaşma, bir alkolleşme, kararma meydana gelmektedir ki bu en önemli dezavantajıdır" dedi. Bu sebeple Ankara armudunun pazar değerinin düştüğüne dikkat çeken Prof Dr. Hatice Dumanoğlu, buna karşı muhafaza şartlarının iyileştirilmesi ve diğer armut çeşitleriyle melezleme yapılıp olumsuz özelliklerinin ıslahı yönünde araştırmaların devam ettiğini belirtti. Ankara'ya özgü bir diğer çeşidin de "Kalecik Ayvası" olduğuna işaret eden Dumanoğlu, başka bölgelerde Yaygın olarak yetişmeyen Kalecik ayvasının görünüm itibariyle daha iri ve daha uzun süre muhafaza edilebilme özelliği bulunduğunu belirtti. Ürünün gıda sanayi için önemli bir ham madde olduğuna dikkati çeken Prof Dr. Dumanoğlu, Türkiye'de yaş meyve yerine ayva tatlısı, marmelat veya reçel olarak tüketiminde daha ön planda olduğunu anlattı. Kalecik ayvası üzerinde çalışmalar yaptıklarını belirten Dumanoğlu, "Amacımız, bu çeşidi standart çeşit listemize taşımaktır. Kalecik'ten aldığımız ürünleri Ankara'daki araştırma uygulama bahçemize diktik ve şimdi gerek verim, gerekse meyve özellikleri yönüyle bu çeşidin farklı klonlarını inceliyoruz. Pişirilmesi ve yemesi güzel hoş aromalı bir çeşittir" diye konuştu. Beypazarı Havucu, Ayaş Domatesi Ağızlarda lezzet olan ve yaz aylarında serinlik veren "Ankara Kavununun (Yuva Kavunu") giderek tükenmeye yüz tuttuğunu vurgulayan A.Ü Sebze Yetiştirme ve Islahı Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ruhsar Yanmaz da, Çubuk'a bağlı Yuva Köyü'nde yetişen, koyu yeşil kabuğa sahip sap kısmına doğru büzüşmeleri olan kavunun, meyve çekirdeği kısımların hafif turuncu ve meyve etinin de sarı krem renkli olduğunu söyledi. Prof. Dr. Yanmaz, şu bilgileri verdi: "Çok tatlı güzel bir kavun çeşididir. Bir özelliği de kışlık bir kavun çeşidi olmasıdır. Dolayısıyla hasat edildikten sonra uygun depo koşullarında sakladığı zaman, kış boyunca çok rahatlıkla tüketebilirsiniz. Türkiye'de çok yetişen Kırkağaç kavunu, erkenci olması nedeniyle daha çok tercih edilir. Yuva kavunu da geççi bir kavun. Kış ayları içerisinde uzun süre saklanabilmesi ve tadının giderek güzelleşmesi kavunu farklı kılan özelliktir." Yanmaz, son 20-25 yıl öncesinde Yuva kavununun "Kavun Solgunluk Hastalığına" yakalandığını hatırlatarak, üreticilerin yuva kavununa renk olarak benzeyen ve erkenci kavun olması nedeniyle solgunluk hastalığına daha dayanıklı olan İpsala kavununun yetiştirdiklerini belirtti. Prof. Dr. Yanmaz, "Beypazarı Havucu"nun da geçmiş yıllarda Yaygın olarak yetiştirildiğini, daha sonra kum havucunun devreye girmesiyle bu çeşit havucun talep görmediğini ifade ederek, içerisindeki kuru madde miktarının fazlalığı nedeniyle Cezerye yapımında kullanıldığını söyledi. İnce kabuğu ve kokusuyla "Nerede o eski domatesler?" dedirten "Ayaş Domatesi"nin yetiştiriciliğinin giderek azaldığına işaret eden Prof. Dr. Ruhsar Yanmaz, bunun nedeninin de verimin düşük olması, hastalıklara yenik düşmesi ve ince kabuğu nedeniyle yola karşı dayanıksız olmasından kaynaklandığını anlattı. Ancak Türkiye'de eski tatları arayan bir çok kişinin bu domates çeşidiğin kendi tarlalarında yeniden yetiştirmeye başlandığını dile getiren Yanmaz, "Bununla birlikte Ayaş domatesinin yerini daha kalın kabuklu, yola ve hastalıklara dayanıklı çeşitler alsa da, Ayaş ve çevresi hala Ankara ilinin çok iyi bir domates bölgesidir" dedi. SOFRALARIN HASI Hasandede ÜZÜMÜ Ankara'nın tescilli markası "Kalecik Karası", 1970 yılların başlarında Avrupa'dan ve ABD'den gelen "asma biti" hastalığına yakalanarak, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını ifade eden A.Ü Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gökhan Söylemezoğlu ise TÜBİTAK projesiyle Kalecik Karası'nda klon seleksiyonu çalışmalarının başlatılıp, tekrar hayata döndürüldüğünü ifade etti. Prof. Dr. Söylemezoğlu, "10-15 yıllık bir çalışma süreci içerisinde şarap kalitesi en yüksek, verimi iyi olan ve üreticilerin kazanç sağlayabilecekleri tipler belirleniyor. Kalecik Karası'nda bu çalışma yapılır yapılmaz, Türkiye'deki özel firmaların desteğiyle elde edilen klonlar şaraba dönüştürülmek üzere bağlar tesis edilip, çok ciddi anlamda Kalecik Karası'nın şaraplık değeri de ortaya kondu" dedi. Söylemezoğlu, Kalecik Karasının pekmez, sirke, kuru üzüm ve yaş meyve olarak ta tüketildiğini belirtti. Aynı zamanda Ankara'ya ait "Hasandede Üzümü" çeşidinin de bulunduğuna işaret ederek, "Beyaz şaraplık bir bir üzüm çeşididir. Çok kısa süre içerisinde Hasandede üzümünde de klon seleksiyonu çalışmasını başlatacağız. Hasandede üzümü, ağırlıklı olarak sofralık şekilde tüketiliyor. Bağcılıkta Ankara dediğimiz zaman, bu Hasandede üzümü ve Kalecik Karası söz konusudur" diye konuştu.

Reklam Alanı (İçerik Sonrası) Bu alana reklam ver

Yorum Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

İlahi Adalete Selâm

blank
Avatarı
Aksiyon ER tarafından
11 Aralık, 2025 11:33 tarihinde yayınlandı
Okuma Süresi: 3dk
Yorum Sayısı: 0
Reklam Alanı (İçerik Öncesi) Bu alana reklam ver

Ülkemizde 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden beri, yarım asırlık darbeler tarihine baktığımızda; nereden nereye geldiğimizin sembolik göstergesi bu olayda, ilâhî adaletin tecellisini görürüz. İşin püf noktası şudur; Cenab-ı Hakkın 99 Esma-i Hüsna’sından (güzel isimlerinden) birisi (EL-ADL) ADALETTİR. Allah (c.c.) mutlak Âdildir. Mülkün (Kâinatın)temeli adalettir. Zerreden kürreye kadar tüm varlıklar; çok hassas, milimetrik bir denge üzerinde yaratılmış ve öylece devam etmektedir. Mevsimlerin gelip-gidişi, gündüzün geceyi takip edişi, dünyamızın ve diğer gezegenlerin yörüngesinde bir milim dahi şaşmadan hareket etmeleri, hepsi hassas dengeler üzerinde cereyan eden ilâhi adaletin eseridir. Adaletin olmadığı yerde zulüm ve haksızlık vardır. Denge bozulmuş demektir. Denge bozulunca da ayakta durulamaz, yıkım olur. Bu sebeple, Hz. Peygamberimiz Cuma hutbesinde; ”Şüphesiz Allah adaleti, iyiliği ve yakınlara yardımı emreder. Fuhşu, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Tutasınız diye size (Allah) öğüt veriyor.” Mealindeki (Nahl 90.) ayeti okuyarak adaletin önemini izah etmiştir. Bu sünnet asırlardır İslam Aleminde her cuma hutbesinde devam etmektedir. Buna istinaden Hz. Peygamberimiz “Mülk küfürle devam edebilir. Ama zulümle asla ayakta kalamaz.” buyurmuştur. Divan edebiyatımızdan şu güzel mısraları günümüz Türkçesiyle veriyorum: Cümle eşya hâlikındır, kul eliyle işlenir, Emr-i Barî olmadıkça sanma ki, bir çöp deprenir. Hak kulundan intikamın, yine kul ile alır, Bilmeyen ilm-i ledünnü anı kul etti sanır. Ne kahrı desti-âdâdan (düşmanlar) ne lütfu âşinadan (dostlar) bil, Umûrun (işlerini) hakka tefviz(havale) et,Cenab-ı Kibriyadan bil. Şimdi yarım asır öncesine 27 mayıs 1960 darbesine bakalım: Demokratik yolla milletin ezici çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş Menderes hükümeti, silahlı kuvvetlerce devriliyor, iktidar mensupları Yassı ada’da kurulan sözde Yüksek adalet divanında, ağır hakaretler altında yargılanıyor. Merhum Menderes ve iki bakan idam ediliyor. Genel Kurmay Başkanı Merhum Rüştü Erdelhun paşa idama mahkum ediliyor ve askerlerin hakaretlerine maruz kalıyordu. Daha sonra,12 mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, uyarı, bildiri ve sair irtica teraneleriyle her 10 yılda bir milletin temsilcileri alaşağı ediliyor, değerleri çiğneniyordu. Müslüman Türk milleti üzülüyor, bunalıyor, ama sabırla vakarını koruyor, sokağa dökülmüyor, işi Allah’a havale ediyordu. En nihayet iktidara yürüyen, Sayın R.Tayyip Erdoğan, ders kitaplarında yer alan bir şiiri okuduğu için hapse atılıyordu. Hatta Başbakan iken partisi kapatılmaya ramak kalmıştı. Asıl görevi vatan savunması olan TSK nin bazı mensupları, hâlâ darbe planları yapıyor. Kaos ve dehşet senaryoları hazırlıyorlardı. İşte bütün bu olup biten haksızlık ve zulümler, naçiz kanaatime göre, gayretullah’a dokundu. Burç döndü, İlâhî adalet tecelli etti. 9 yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz demokratik gelişme ve özgürlükler elde edildi. Tarafsız ve âdil yargı işbaşına geldi. Adaletten söz etmişken, İslam adalet sisteminden ve Osmanlı adaletinden birer örnek sunmak istiyorum. Übey-ibni Ka’b adındaki bir sahabi, Halife Hz.Ömer aleyhine bir dâva açar. Hakim Zeyd-ibni Sabit davetiye ile Hz. Ömer’i duruşmaya çağırır. Mahkeme salonuna gelen Hz.Ömer’e hakim tarafından yakınında bir yer gösterilmesi üzerine, Ömer; “Bu ne hal?” der. “Beni davacının yanında değil de kendi yakınında oturtman tarafgirliktir.” Hakim Zeyd’in cevabı şudur: -“Allah’a ve âhiret gününe imanı tam olan bir hakimin taraf tutması imkansızdır. Benim hep uyguladığım usulümdür. Dâvalıyı en yakınıma alarak, ifade verirken, göz ucuyla mimiklerini, vücut dilini ve ruh halini de anlamaya çalışırım.” Hz.Ömer teşekkür eder. Allah’a hamd eder. Osmanlı Devletinin altın yıllarında, Fatih Sultan Mehmet Han devrinde Konyalı bir tüccar, İtalya’dan kumaş ithal etmek ister. Venedik’ten gemiye yüklenen kumaşlar İstanbul’a doğru yola çıkmış, fakat yolda gemi batmıştı. Parasını alamayan Venedikli tüccar, Konya kadısına başvurmuş: -Ben görevimi yaptım. Malları gemiye yükledim. Paramı isterim. Konyalı tüccar ise: -Sipariş ettiğim malları teslim almış değilim. Bedelini ödemem mümkün değildir. Derler… Konya kadısı Hârim efendinin hükmü şudur: “Venedikli tacir siparişi gemiye yüklemiştir. Geminin batması yüce Allah’ın takdiridir. Venedikli davacı malın bedelini alacaktır.” Beklemediği bu adalet karşısında hayran kalan İtalyan tüccar, Hıristiyanlıktan ayrılıp, Kelime-i Şehâdet getirerek Müslüman olur… HÜDÂYA EMANET OLUNUZ…

Reklam Alanı (İçerik Sonrası) Bu alana reklam ver

Yorum Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.